mercredi 18 mai 2011

Bilge Kral, Aliya İzzetbegoviç

Sırp işgali altındaki Bosna topraklarında ikinci Endülüs faciasının yaşanmasını engelleyen Bosna Hersek’in kurucu Cumhurbaşkanı Aliya İzzetbegoviç, ölüm yıldönümünde anılıyor.
Dünyada yaşayan herkes İslami uyanışı ve kendi tözünü ve özünü daha derinlemesine kavrayabilmek istiyorsa şayet, Aliya İzzetbegoviç’in kapısını çalmalıdır.
Bosna özelinde bir medeniyet ve kimlik krizi yaşayan Müslümanlar, gerek eylem adamı olarak gerekse entelektüel çıkışıyla onun üzerinden bir meydan okumayı gerçekleştirebilmiştir.
Yeniden kavuştuğu özgürlükten güç alan İzzetbegoviç, Avrupa’nın saldırgan tutumuna karşı, bütün gücüyle İslam barışını vurguluyordu. Çoğulcu bir Bosna-Hersek’in devamını savunuyor, Bosnalı Müslümanların, Hırvat ve Sırp toplumlarıyla barış içinde yaşayabileceklerini tüm dünyaya haykırıyordu.
Varoluşun özgürlüğünün acıyı teselli ettiği yıllarda kimliğini oluşturan pek çok öncü ve bilge kişilik arasında ilk aklıma gelenlerden biri kuşkusuz Aliya İzzetbegoviç’tir. Bu yüzden kısa ama bir o kadar da uzun 20. yüzyılın son on yılında kendisinden en çok bahsedilen liderlerden birisidir o.

Vakur duruşu belleğimizde ve vicdanımızda sarsıcı etkiler bıraktı her zaman. Faşist bencilliklerin içinden geçen, adeta taşlaşmış akılların yabansılıklarını, insanı yüreğinden ve zihninden kavrayarak çözüp atmaya çalışır Aliya. Bunu da sadece sözle yapmaz. Sözün yanında yazının gücüne de inanır katıksız biçimde. Öyle ki tutsaklık zamanlarında bile, acının gücünü alt edebilecek erdemli bir eylem olarak okumayı ve yazmayı asla ihmal etmez. Belki özgürlüğün yollarında yazının ve tabii ki düşüncenin tesellisi, acıları -en azından- tahammül edilebilir sınırlara çektiği içindir bu eyleme bu kadar istikrar kazandıran.
Peki, kimdir Aliya?
Üsküdarlı babaanne
Aliya İzzetbegoviç, 8 Ağustos 1925′te Bosanski Samac kentinde doğdu. Babaannesi Üsküdarlıdır. Kendisi ile aynı adı taşıyan dedesi Aliya İzzetbegoviç, Üsküdar’da askerlik yaparken tanıştığı Sıdıka Hanım ile evlenmiştir. Dede İzzetbegoviç, Sıdıka Hanım ile evlendikten sonra Samac kentine geri döner. Bu evlilikten beş erkek çocukları dünyaya gelir. Aliya İzzetbegoviç, iki yaşında iken ailesiyle birlikte hayatının en önemli yıllarını geçireceği Saraybosna’ya göç etti. Çocukluğundan itibaren aziz ve kerim Kur’an’ın insanın yüreğine serinlik veren atmosferinden soluklanıyordu: “Rahmetli annem çok dindar bir kadındı… Sabah namazlarına hiç aksatmadan vaktinde kalkar ve beni de kaldırırdı ki ben de Belediye binasının yakınındaki mahalle camisi olan Hadzijska Camii’ne gidebileyim… Güneş doğmak üzere ve yaşlı imam Müjezinoviç camide olurdu. Sabah namazının ikinci rekâtında daima Kur’an’ın harika surelerinden biri olan Rahman suresini okurdu. Taze bahar sabahındaki o cami, sabah namazında okunan o Rahman suresi ve civardaki herkesin saygı duyduğu o âlim; uzun zaman önce geçip gitmiş olan yılların sisleri arasında hâlâ net bir biçimde görebildiğim en güzel görüntüleri oluşturmaktadır.”


Genç Müslümanlar teşkilatı
Çocuk denecek yaştan itibaren siyasetle ilgilenmeye başladı. 1940 senesinde, okul arkadaşlarıyla birlikte Mladi Müslümani (Genç Müslümanlar) teşkilatına katıldığında henüz 16 yaşındaydı. 18 yaşına geldiğinde Batı felsefesinin tüm temel metinlerini okumuştu. Sonraki yıllarda belli başlı İslâmi referansları da dikkatle okudu ve kendisini “bilge” bir Müslüman olarak yetiştirdi. “Genç Müslümanlar”, Muhammed Abduh ve Reşit Rıza gibi İslâm âlimlerinin fikirlerinden etkilenerek 1938’de Saraybosna’da kurulan ve Müslümanların sorunlarına çözümler arayan dinamik bir örgüttü.
Dünyadaki bütün Müslümanların birlik olmasını ve tek bir büyük İslam Devleti kurulmasını savunan Genç Müslümanlar, İkinci Dünya Savaşı yıllarında Müslüman halk arasında büyük bir hızla destek buldu. Çıkardıkları Mücahid, İslâmî Uyanış, Zemzem, İslâm Düşüncesi gibi dergilerle fikirlerini halka yaydılar. 1945 senesinde General Jozip Broz Tito’nun başbakan olmasıyla Yugoslavya’da komünist zulüm çarkı işlemeye başladı ve “Genç Müslümanlar”, Tito rejiminin hedef tahtasına yerleştirildi. 1946 yılında, İzzetbegoviç henüz 21 yaşındayken, ilk kez tutuklanarak hapis cezasına çarptırıldı. Gerekçe, “Mücahid” adlı İslamî dergiyi çıkaranlar arasında isminin geçmesiydi. “Bölücülük ve halklar arasında nefreti körüklemek” gibi suçlamalarla 3 yıl hapis yatan Aliya, heyecanını ve kararlılığını asla kaybetmedi.
Onun ayırt edici vasıfları nelerdir? Kuşkusuz bu soruya eğilebilmek için hapisten çıkan Aliya’ya bakmak gerekecektir.
Ne muhafazakârlık, ne modernizm!
Hapisten çıktıktan sonra 1952’de ziraat fakültesine girip üç yıl okuyan Aliya, bu okulu yarıda bırakarak Hukuk Fakültesi’ne yazıldı ve 1956 yılında, hukuk diplomasıyla mezun oldu. Tito yönetiminin baskıcı uygulamaları, İzzetbegoviç’in fikirlerini ve kimliğini açıklamasını büyük ölçüde engelliyordu. O da günlük hayatta ifade edemediklerini yazmaya başladı.
1969 yılında kimi yönleri ile Seyyid Kutub’un Yoldaki İşaretler kitabını anımsatan İslam Deklarasyonu adlı kitabını yayımladı. Eserin evreni, Kutub’un evreninden ne çok farklı ne de aynıdır, ne çok uzak ne de yakındır. Ayrıca din kavramını ele alışı ile Mevdudi ve Ali Şeriati’yi de anımsatır bu eser. Deyim yerindeyse bu kitapla kendi evrenini toplumsallaştırır Aliya. Onun kendi kendini biçimlendirmesinin dışavurumudur bu.
İslam Deklarasyonu’nun temel düşüncesi, Müslüman kitlelerin imgelemini ancak İslam’ın yeniden canlandırabileceği ve onları bir kez daha kendi tarihlerinin aktif özneleri olmaya muktedir kılabileceği idi. Batılı fikirler bunu yapmaya muktedir değiller. Bu mesaj radikal olmakla suçlandı ki, bir bakıma da öyleydi; kaynaklara, yani öze dönüşü talep etmesi anlamında. İzzetbegoviç, Müslümanları yakın bir gelecekte yok olmaktan kurtarmak için İslâmi yenilenmeye ve Kur’an-ı Kerim’i daha sıkı bir okumaya tabi tutmaya ve onu tatbik etmeye çağırıyordu. O, Batı’yı günah keçisi yapmak yerine en sert eleştirilerini gelenekçi veya modernist olan Müslüman liderlere yöneltiyordu. Çünkü onlar İslâm’ı dünyayı yönetme tarzı yerine salt bir din olarak görüyorlardı. Özcesi kendi gerçekliğimizle karşılaşmaktan korkan muhafazakârlardan ve modernistlerden uzak bir biçimde sabırla bu evrensel gerçekliğin peşine düşer ve bizi kendimizle/kendisiyle yüzleştirir. Onun misyonudur adeta bu durum.


Düşünsel bir panorama
İnsanlık tarihinin en vahşi katliamlarından birinin yaşandığı Bosna’nın lideri olmanın yanında evrensel vicdanın sesi de olmayı başardı.
Elbette köklere ve bu köklere işaret eden dosdoğru yolun sadık kullarının mirasına sadık kalarak çok özel bir coğrafyadan, Bosna’dan seslendi. Yani doğu ile batı arasından. 1974-1975 yıllarında da Doğu-Batı Arasında İslam başlığını taşıyan kitabını yazdı. Kültürel dünyamız onu dirençli bir lider olarak tanımadan önce, düşünür olarak tanımıştı.
“Ey teslimiyet, senin adın İslâm’dır.” cümlesi ile nihayete eren Doğu ve Batı Arasında İslâm adlı kitabının Türkçe olarak ilk yayınlanışı 1987′dir. Aliya bu kitabında hem kendi coğrafyasının hem de tüm zamanların düşünsel panoramasını sorumluluk bilinci ile sergiler; daha da geç olmadan belleğimizden uzaklaştırılmış olan kadim değerleri hatırlayalım diye: “Müslüman milletlerin kendi etrafında dönüp durmaktan vazgeçip gerilik, fakirlik ve bağımlılıktan kurtulmalarını; saygınlık ve aydınlık yolunda gerçekten ileriye dönük adımlar atıp kendi imanlarının efendisi olmalarını; cesaret, deha ve erdem pınarlarının yeniden akmasını istiyorsak, bu hedeflere giden yolu da göstermeliyiz. Bu yol, İslâmî düşüncenin yenilenmesi suretiyle, bireylerin özel hayatlarının her alanında İslâmî değerlerin yeşertilmesi ve Fas’tan Endonezya’ya kadar tutarlı bir Müslüman topluluğunun yaratılmasıdır.” Fikirleri yalnız Bosnalı Müslümanlar arasında değil, tüm İslam aleminde sessiz sedasız yayıldı, ta ki 1983 yılına kadar…
Soylu savaşçı
Aliya, 1983 yılında, birden “İslamî bildirge yayınlamak” suçundan tutuklanarak 14 yıl hapis cezasına mahkum edildi. Bosna’daki Müslüman halk onu İslamî Hareket’in lideri olarak bağrına basarken, komünist yönetim 60′ına merdiven dayayan İzzetbegoviç’e Yugoslavya’nın en kötü hapishanesinde “taş kırma” cezası veriyordu.
Hapishanenin insanı yıpratan şartlarına karşı ayakta durmaya çalışırken, diğer tarafta dünyanın ilke sahibi direnişçilerine otorite sahiplerinin sık sık başvurduğu bir öneri ile karşı karşıya kalır. Dokuz yıllık mahkumiyetini çekmek üzere cezaevinde tutulurken kızları Lejla ve Sabina babalarının serbest bırakılması için girişimlerde bulunurlar. Üst düzey parti yöneticilerinden biri olan Nikola Stojonavic aracılığıyla bir pişmanlık dilekçesi yazması durumunda affedilebileceği söylenir. Dilekçeye bazı pişmanlık ifadeleri ve rejim hakkında hoş şeyler eklemesinin iyi olacağı söylenir ama o bu teklifleri tümden reddeder: “Kızlarım bana bu ruh haliyle yazılmış bir af dilekçesi bile getirmişlerdi. Onu okudum ama imzalamadım. Hapis cezam devam etti. Önümde yatmam gereken bir beş yıl daha vardı.”
Öte yandan hapiste geçen yıllar, İzzetbegoviç’i halk içinde daha da güçlendirecek, fikirleri, binlerce genç destekçisiyle birlikte dinamik bir siyasi harekete dönüşecekti.
Teslim olmayacağız!
1988’de cezai indirimden yararlanan İzzetbegoviç yeniden özgürlüğüne kavuştu ve hapisten çıkar çıkmaz da Müslümanlar tarafından kurulan Demokratik Eylem Partisi’nin (SDA) Genel Başkanlık koltuğuna “doğal lider” sıfatıyla oturdu. Artık onun ismi, Bosna’da 40 yıldır baskı altında tutulan ve unutturulmaya çalışılan İslam’ın yeniden doğuşunu simgeliyordu. Yeniden kavuştuğu özgürlükten güç alan İzzetbegoviç, Avrupa’nın saldırgan tutumuna karşı, bütün gücüyle İslam barışını vurguluyordu. Çoğulcu bir Bosna-Hersek’in devamını savunuyor, Bosnalı Müslümanların, Hırvat ve Sırp toplumlarıyla barış içinde yaşayabileceklerini tüm dünyaya haykırıyordu. Özünden ödün vermeyen barışçı söylemiyle Müslüman çoğunluğun desteğini alan İzzetbegoviç, 1990 yılındaki seçimlerde kendi bölgesinde komünistleri hezimete uğrattı. Bir yıl sonra da uzun zamandır için için çatırdayan Yugoslavya dağıldı.
Hırvatistan ve Slovenya, 1991 senesinde, Sırp yönetimindeki Belgrat hükümetinden bağımsızlıklarını ilan edince, İzzetbegoviç de Bosna-Hersek’te referanduma giderek, halkına “bağımsızlık isteyip istemediklerini” sordu. Bosnalı Sırpların boykot ettikleri referandumda Müslüman halkın tam desteğini arkasına alan İzzetbegoviç, 3 Mart 1992′de bağımsız Bosna-Hersek Cumhuriyeti’nin kuruluşunu ilan etti. Ne var ki Sırp azınlık boş durmayacaktı. Silahlı ayaklanma başlatan Sırplar, Müslüman halka karşı korkunç bir etnik temizliğe girişti. Çoğunluğu oluşturan Müslüman halkı acımasızca katlederek veya sürerek çoğunluğu sağlayabileceklerine ve yönetimi ele geçirebileceklerine inanıyorlardı. Sırplar ağır silahlarıyla Müslüman kıyımına başladılar. İzzetbegoviç, Avrupa topraklarının İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana gördüğü en büyük dehşeti, tam 1200 gün süren kuşatma boyunca Müslüman Boşnak kardeşleriyle birlikte yaşadı ve umudunu kaybetmeden direnişini sürdürdü. Çok acı, çok duygu, çok sevgi ve ne yazık ki çok da ölümün yaşandığı Bosna’da gadre uğrayan insanlığın, halkının ve vicdanın yanında durdu hep. Uygar barbarlığın liderleri, bu soykırıma üç yıl seyirci kaldı.
Nihayet 1995 sonunda beklenen müdahale gerçekleşti ve aynı yılın Kasım ayında Dayton Barış Antlaşması imzalandı. Ancak Amerika himayesinde gerçekleşen Dayton Barışı, “âdil olmayan” bir antlaşmaydı. 1996 yılının Eylül ayında, Aliya İzzetbegoviç, yeniden üç üyeli kolektif başkanlık divanına seçildi.
Aliya, dünya kamuoyunun “Bosna’nın İslamî özünü sulandırmaya çalıştığını” ve böylelikle de “Sırpların etnik temizlik politikasını haklı çıkarmak istediklerini” düşünüyordu. Bu düşünceler yüzünden bazen kendini “binlerce Müslüman Bosnalının hunharca öldürülmesinin tek sorumlusu” gibi görüyor, acısı büsbütün artıyordu. Acılar cezaevi yıllarında ağırlaşan kalp rahatsızlığını nüksettiriyor ve erdemli lider her geçen gün kendini biraz daha “tükenmiş” hissediyordu. Daha fazla direnmedi ve 2000 yılının Temmuz ayında istifa etti. İstifa ederken “Dünya kamuoyu Bosna’daki şartların iyileşmesini istiyor, ancak bunun bedelini Müslüman halka ödetmeye çalışıyor. Bu adil değil. Bunlar benim birlikte yaşayabileceğim şeyler değil” diyen İzzetbegoviç, “adaletsizliğe” üç yıl dayanabildi. Aliya İzzetbegoviç, 2003 yılında yatmakta olduğu Saraybosna’daki Kosova Hastanesi’nde hayata gözlerini yumdu.
Aliya İzzetbegoviç şöhretin ve karizmanın ötesine uzanarak belleğimizde ve vicdanımızda sarsıcı etkiler yaratan bir düşünürdü.
Dünyada yaşayan herkes İslami uyanışı ve kendi tözünü ve özünü daha derinlemesine kavrayabilmek istiyorsa şayet, Aliya İzzetbegoviç’in kapısını çalmalıdır.
Kaynak: Özgün Duruş




Aucun commentaire:

Enregistrer un commentaire